Namaz ibadetinin sıhhati, taharet şartına bağlıdır. Bu husus
Kitap ve Sünnet ile sabittir. Fıkıhta taharet; hakiki ve hükmî
olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Hükmî taharet: Gusül ve
vuzu’ (abdest), hükmî necaset ise: cünüplük ve abdestsizlik
(hades) hâlidir. Hanefî ve Hanbelî mezheplerine göre vücuttan
çıkan kan da hades’in sebeplerinden biri olarak kabul
edilmektedir. Kanın abdesti bozup-bozmadığı ile ilgili
rivayetler üzerinde hadis bilginlerinin yaptıkları senet ve metin
tenkidi, fıkhî mezhepler arasında temelde iki farklı görüşün
ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Bu çalışmada, kanın abdesti
bozduğu ictihadında bulunan mezheplerin görüşleri, ilgili
delillerin tahlili, Hemodiyaliz yöntemi ve Aferez yöntemi ile
vücuttan çıkarılarak işlemden geçirilip yeniden bedene iade
edilen kanın, abdesti bozup bozmadığı ile ilgili güncel tıbbî
meseleler üzerinde durulacaktır.
The validity of the salah/namaz depends on the condition of
cleanliness/taharet. This fact is affirmed by both Quran and
Sunnah. In fiqh, taharet is evaluated under two topics; real
(hakiki) and juridicial (hükmî). Hükmî taharet is ghusl and
wuḍū; and hükmî contamination (necaset) is the status of
being junub and impurity (hades). According to Hanafi and
Hanbali sects, the blood coming out of the body has been
considered as one of the reasons for the situation of hades.
The reviews of the scholars of hadith on documents and
texts regarding the debates on whether the blood causes the
invalidation of the wuḍū or not, reveal two different basic
views among the sects of the fiqh. In this study, the views of
the sects, who suggest that the blood invalidates the wuḍū,
the analysis of the related evidences, and the contemporary
medical issues regarding whether the blood, which is
returned to the body by being processed after being extracted
from the body through haemodialysis and apheresis
methods, invalidates the wuḍū or not, are addressed.